top of page

KranyoSakral Terapinin Tarihçesi

Kısaca KST olarak ifade edilen KranyoSakral Terapinin kökleri 19.yüzyıla kadar uzanır. İlk olarak Andrew Taylow Still’in osteopatik tedavi sisteminden ortaya çıkmış olan bu terapi yöntemi,  tekniğin sonraki öncülerine de çok şey borçludur. Stills’in sistemi, William G.Sutherland tarafından kranial osteopati haline getirilmiştir.

John E. Upledger bu teknikleri ele almış ve ‘KranyoSakral Terapi’ dediği, güçlü ve sistemle ilgili eğitim almak isteyen herkes tarafından öğrenilebilecek kadar basitleştirilmiş bir tedavi sistemi haline getirmiştir. Sistemin eşsiz özelliği, etki sağlamak için kapsamlı bir medikal eğitim gerektirmemesidir. Upledger’ın yaşamı boyunca geliştirdiği sistem, hastalara kendi bedenlerinin iyileştirici kapasitelerini kullanmalarına yardımcı olmayı amaçlayan ve bedenlerimizde bizi dengede tutmak için gereken zekânın doğuştan olduğuna inanan holistik (bütüncül) bir terapiye dönüşmüştür.

 

Erken dönemler

 

DR. ANDREW TAYLOR STILL
(1828 - 1917)

"... beyin-omurilik sıvısı vücutta yer aldığı bilinen en zengin içerikli maddelerden biridir ve beyin tarafından yeterince üretilmediği zaman vücuttaki rahatsızlıkların giderilmesi mümkün olamaz.

 

Dr. Still bir doktor olarak babasının izinden yürümeye karar vermiştir. Tıp eğitimini tamamlayıp, babasının yanında çıraklık yaptıktan sonra; Missouri eyaletinde lisanslı bir Tıp Doktoru olmuştur. 1861-1865 yıllarında Amerikan İç Savaşı sırasında Ordu Birliğinde doktor olarak görev yapmış ve savaşın sebep olduğu dehşet ve acıları doğrudan yaşamıştır.

 

1864 yılında üç çocuğunun beyin-omurilik menenjitinden ölümünü takiben ve eşini doğum sırasında kaybettikten kısa bir süre sonra; Still o günlerde uygulanan geleneksel ilaçla tedavi yöntemlerinin çoğunlukla etkisiz, hatta bazen de zararlı olduğu sonucuna varmıştı. O zamanlarda kullanılan standart tedavi yöntemleri arasında, vücudun kanatılmasının yanı sıra; arsenik, cıva ve bağımlılık yapan uyuşturucu maddeler içeren ilaçla tedavi ve ampütasyon (uzuv/organ kesilmesi) gibi uygulamalar yer alıyordu. Still hayatının geri kalanını, hastalıkların tedavisi için daha etkin yollar bulmak amacıyla insan vücudu üzerinde çalışmaya adadı.

 

Yapmış olduğu klinik araştırmalar ve gözlemler, onu kas-iskelet sisteminin beden sağlığını koruma açısından hayati bir öneme sahip olduğuna ikna etti. İnsan vücudunun, eğer doğru tedavi uygulanırsa,  sağlığın korunması için gereken her şeyi barındırdığına inanıyordu. “Çıkık” olarak adlandırdığı yanlış hizalanma veya yanlış konumlanmaların düzeltilebilmesi için omurga kemiklerinin elle hareket ettirilmesini esas alan, daha sonra osteopati olarak isimlendireceği bir sistem tasarladı. Bu çıkıkları vücutta doğuştan bulunan iyileşme yeteneğine ket vuran bariyerler veya engeller olarak görürken; bunlar ortadan kaldırıldığında vücudun birçok şeyi kendi kendine iyileştirebileceğini düşünüyordu.

 

Ona göre; çıkık düzeltme işlemi, yaralanma veya hastalık sonucunda sıkışmış olan sinir uyarılarının serbest kalmasını sağlıyordu. Ayrıca; kan ve lenf akışını iyileştirmek gibi bir faydası da vardı.

 

Bunun dışında, doktorların sadece bir hastalığa odaklanmaması, hastaya bütüncül bir tedavi uygulaması gerektiğine inanarak; koruyucu tıbbi uygulamalarını da araştırmaktaydı.

Dr. Still’in yaklaşımı dört temel ilke üzerine kurulmuştur:

1. Beden bütünsel bir biyolojik birim olarak çalışır.
2. Beden kendi kendini iyileştirici ve düzenleyici mekanizmalara sahiptir.
3. Yapı ve işlevler karşılıklı olarak ilişkilidir.

4. Bedenin bir kısmında meydana gelen anormal baskı durumu, bedenin diğer kısımlarında da anormal baskılara ve gerilimlere sebep olur.

 

İlaçların zararlı olduğunu düşünen Dr. Still, sadece elle tedavi yaparak kayda değer bir başarı elde etmiştir. Hastaların sadece hastalıktan ibaret bir varlık olarak değil, bütün olarak tedavi edilmesini savunan ilk kişiydi. Bir hastalığın sadece belli bir alanı değil, hastanın tüm bedenini etkilediğine inanıyordu. Bedendeki en üstün mekanizmanın ise, sıvı hareketi olduğunu savunuyordu.

 

Ancak, birçok yeni fikir ve yaklaşımda görüldüğü üzere;  geleneksel (allopatik) tıp meslektaşları yürürlükte olan sistemin iyi çalıştığını düşündüler ve onun bu sistemi neden reddettiğini anlamadılar. Onun sadece elle tedavi teknikleri kullandığı yöntemlerini aşağıladılar. Elle uyguladığı tedavi yönteminin kutsal olana saygısızlık teşkil ettiğini düşünen dindar çevrelerin de sesleri yükselmeye başlamıştı. Hatta bir keresinde;  yerel bir kilise kendisinin hastalıkları şeytanla işbirliği yaparak iyileştirdiğini bile öne sürdü.

Tıp dernekleri ve dini dernekler tarafından sürekli karalanan Dr. Still pek çok kez taşınmak zorunda kaldı. Doktor olan öz kardeşleri bile onun delirdiğini beyan etmişlerdi. Kirksville, Missouri’ye taşındığında ve Eyalet Bakanının kızını sağlığına kavuşturmayı başardığı zaman nihayet geniş bir çevre tarafından bir doktor ve öğretmen olarak kabul görebildi.

Ünü yayıldıkça, kendisine başka diyarlardan gelmeye başlayan hastalar hanların ve misafirhanelerin işlerini iyiden iyiye artırıyordu. Kirksville halkının onları sahiplenmiş olması, Still ailesi için yepyeni bir deneyimdi. Yaptığı gözlem ve uygulamalar sonucunda yöntemlerinin başarısı sürekli artarken; metodolojisini öğrenmek isteyen hasta ve doktor takipçileri oluştu. Elde ettiği başarı o denli arttı ki; tedavi olmak için sıra bekleyen hastaların hepsiyle baş edemez oldu.

 

1892’de Kirksville Missouri’de, daha sonra Kirksville Osteopatik Tıp Fakültesi olarak adlandırılan, günümüzde ise A.T. Still Üniversitesi olarak bilinen, Amerikan Osteopati Okulunu kurdu. Okuldan ilk mezun olan sınıfta beş kadın, ki bu o zamanlar duyulmamış bir şeydi, ve üçü Still’in kendi çocukları olmak üzere; on altı erkek vardı.

 

Bir osteopat olarak tüm hayatı boyunca, osteopati alanını ilaçlardan uzak tutmak için savaştı ama 1917 yılında ölümünden kısa bir süre sonra, ilaçlar kullanıma sokuldu ve birkaç yılı içinde de osteopatların tıp doktorları ile aynı sınavlara girme şartı konuldu. Dr. Still’in osteopati uygulamaları Amerika’da kökten değişim geçirirken; Avrupa’da özgünlüğünü nispeten korudu.

 

Kafatası kemiklerindeki hareketin kavramsal önsözü

 

DR. WILLIAM GARNER SUTHERLAND
(1873-1954)

 

O beyin-omurilik sıvısının içinde, ‘Yaşamın Nefesi’ diye adlandırdığım görünmez bir element bulunmaktadır. Sizden Yaşamın Nefesini, sıvının içinde bulunan ama bu sıvıya karışmayan ve kendi de hareket etme gücüne sahip olan bir sıvı olarak hayal etmenizi istiyorum. Sıvıyı neyin hareket ettirdiğini bilmek gerçekten önemli mi? Gözünüzün önünde zeki, hatta kendi insani düşünüş tarzınızdan daha bile zeki olan, bir güç canlandırın.

Dr. Sutherland 1990 yılında Amerikan Osteopati Üniversitesi’nden onur derecesiyle mezun olduğunda yirmi yedi yaşındaydı. Osteopati ilk tercihi değildi. 27 Mart 1873 yılında, Robert ve Dorinda Sutherland’in ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Robert, demir ve odun işçisi olarak çalışıyordu. William, on dört yaşına geldiğinde ise; aileye maddi destek vermek üzere okulu bıraktı ve “The Blunt Advertiser” adlı yerel gazetede çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra, William’ın çalıştığı gazetenin yayıncısı, başka bir gazetede çalışmak üzere ayrıldı ve William’ın da kendisiyle gelmesini istedi. William, 1895 yılında “The Austin Daily Herald” gazetesinde çalışmak üzere Minnesota’nın Austin şehrine gidene kadar birçok iş değiştirdi. Dr. Still ve Osteopati isimli yeni tedavi yöntemini ilk kez haberini duyduğu yer de burası oldu.

 

William’ın küçük erkek kardeşi Guy’ın sağlık problemi osteopatik tedavi gördükten sonra iyileşmişti. Bu durumdan çok etkilenen William, 1898 yılında iki yıllık Osteopati kursuna yazıldı. Kafatasına ait kemik parçalarını incelerken sfenoid kemiği uçlarının eğri olduğunu bulduğunda, “solunuma izin vermek için bir balığın solungaçları gibi eğimli” olduğu düşüncesi ilk kez dikkatini çekti. Bu düşünce her ne kadar başlarda çok fazla odaklandığı bir unsur olmasa da; karşısına tekrar tekrar çıkarak onu araştırma yapmaya zorladı.

 

Mezun olduktan sonra, Dr. Sutherland, ailesinin yaşadığı evin bir odasını kendi ofisi olarak kullanmaya başladı. Sutherland çok kısa bir süre içinde uygulamalarında başarı kazandı ve kendi ofisini kiralama imkânını elde etti. Sutherland 1907 yılında Minnesota Eyaleti Osteopati Derneğinin başkanı olduktan sonra, sağlık sorunları üzerine ders vermeye başladı. Vermiş olduğu derslerden bazıları yayınlandı. Aynı zamanda kafatası üzerinde çalışmaya da devam etti. Ancak bu çalışmalar Sutherland’in kendi teorisi için birtakım kanıtlar elde etmeye başladığı 1924 yılına kadar sürdü. Akabinde ikinci evliliğini yapan Sutherland balayında Amerika Osteopati Derneği yıllık konferansına katıldı. Muhtemelen onu, teorisine ilişkin deneyleri yapması için gereken ekipmanı alması yönünde teşvik eden de bu konferans oldu.

 

O zamanlar, William dâhil tüm hekimlere (İtalya’dakiler ve İsrail’dekiler hariç) kafatası kemiklerindeki eklemlerin ergenlik çağında birbirine kaynadıkları, bu yüzden hareket kabiliyetlerini yitirdikleri öğretilmişti. William’ın insan kafatasını oluşturan yirmi iki kemik üzerine yaptığı inceleme ise; bu eklemlerin sürekli hareket halinde olmak üzere tasarlanmış olduğunu ortaya koydu. Doğadaki hiçbir şeyin sebepsiz olmayacağına inanan Sutherland, kendi teorisini test etmeye ve almış olduğu eğitimle uzlaştırmaya karar verdi. Deneyleri, doğrudan gözlemleyebileceği şekilde yapması gerekiyordu. O halde, deneyi yapmak için kendinden daha uygun kişi kim olabilirdi? 

 

Her bir kafatası kemiğini ayrı ayrı kontrol edebilecek bir başlık düzeneği hazırladı. Kemiklerin hâlihazırda kaynaşma sebebiyle sıkışmış durumda olmaları halinde, herhangi bir farklılık hissetmeyeceğini düşünerek; kendi üzerinde deney yapmaya başladı. Olası semptomları kaydetmek için yanında her zaman bir defter bulunduruyordu. Ayrıca ruh halinde kendi dikkatinden kaçabilecek olan değişikliklerin not edilmesi açısından da, karısının yardımını aldı. İlk deneyinde neredeyse bilincini kaybetme noktasına geldiği için basıncı azalttı. Basıncı azaltır azaltmaz, omurgasındaki sıcaklık hissi ve sıvı hareketinin yanı sıra; omurganın en altında bulunan büyük üçgen kemik olan sakrumda da bir hareketlenme hissetti. Defalarca tekrarladığı deneyde hep aynı sonucu elde etti.  Bu durum, sadece kafatası kemiklerinin değil, sakrumun da, her iki yapıyı birbirine bağlayan zarlar vasıtasıyla hareket ettiği sonucunu destekliyordu. Deneylerine bir süre devam etti ve sonuçlarını esas alarak klinik uygulamalarında yeni yöntemler geliştirdi. Çalışmaları sonucunda, hastaları üzerinde hatırı sayılır bir klinik başarı elde etti.

 

Araştırmasını başta yeni doğan bebekler ve doğarken maruz kaldıkları sıkışmalar olmak üzere; çocukları da içine alacak şekilde genişletti. İlerleyen yıllarda kranial kavramını yazmaya ve anlatmaya devam etti ancak geleneksel meslektaşlarının ilgisini pek çekemedi. 1939 yılında Sutherland çeşitli dergilerde yayınlanan makalelerinin dışında yazmış olduğu tek kaynak olan “The Cranial Bowl (Kranial Kase)” adlı çalışmasını yayınladı. Bu kaynak, yöntemlerini açıklayan bir ders kitabı olmaktan ziyade, geleneksel tıp doktorlarının ilgisini çekmek amacıyla tasarlanmış kısa bir kitaptı.

 

"Hasta olarak deneyiminiz sonucunda tıpkı denizlerde olan gel-git gibi Akıntının dalgalandığının, alçalıp yükseldiğinin,  içe ve dışa doğru çekildiğinin farkına varacaksınız. Bu akıntının gücünü ve daha da önemlisi zekâsını göreceksiniz. Bu akıntının yapılması gerekeni sizin yerinize yapacağına güvenebilirsiniz. Diğer bir deyişle; bu mekanizmayı harici başka bir kuvvetle harekete geçirmeye çalışmamalı ve sadece Akıntıya güvenmelisiniz.

İşte Sutherland bu ifadesiyle bize KranioSakral Terapiye esas teşkil eden ilkeyi sunuyor: kuvvetin az kullanılması veya hiç kullanılmaması.

 

1940’larda Amerikan Osteopati Okulu, Dr.Sutherland yönetiminde ‘Kraniyal Alanda Osteopati’ olarak adlandırılan bir kurs açtı. Kafatası kemikleri üzerinde yaptığı uygulamalarda elde ettiği klinik başarılar, onun yöntemlerini öğrenmek isteyen, bazı geleneksel tıp odası üyelerinin de dikkatini çekiyordu. Kursun bilinirliği arttıkça, Dr.Sutherland taleple baş etmek için; daha fazla öğretmen eğitmek zorunda kaldı. Bu eğitmenlerden ilklerinden olan Viola Fryman, Rollin Becker, Anne Wales, Howard Lippincot ve daha pek çoğu Sutherland’in çalışmasını tanıtmaya ve öğretmeye devam ettiler.


Aktif gelişme dönemi

 

DR. JOHN E. UPLEDGER
(1932 - 2012 )

 

Dr. Upledger’in katkısı, karmaşık ayrıntılarla ilgili araştırma yapma ve aynı zamanda teknikleri herkesin öğrenebileceği kadar basit bir seviyeye indirgeme kabiliyeti ile ayırt edilir. Onun üzerinde durduğu noktalar, akzar olarak adlandırılan bağ dokusunun işlevi ve yönlendirme amacıyla yapılan dokunuşların hafif olması ve vücudun kendi kendini düzenleyen mekanizmalarının izlenmesi gerekliliğiydi.

 

Dr. Upledger hastalarından birinin omuriliğini çevreleyen zardan kireç plağının çıkarıldığı bir ameliyata destek verdiği sırada KranyoSakral sistemi “keşfetti”. Osteopati doktoru olarak girmiş olduğu ameliyatta görevi, cerrah plağı alırken iki çift forseps kullanarak omuriliği kıpırdatmadan tutmaktı. Ancak; çok utanmasına ve elinden geleni yapmasına karşın; omurilik hareket etti. Cerrahın elini en hafif şekilde bile kaysa, hastanın boyundan aşağısının felç olması söz konusuydu. Zar, operasyon boyunca düzenli dairesel bir döngü içinde hareket etmeye devam etti. Hareket hiç kimse tarafından açıklanamadı ve herkes çok meraklandı. Başvurduğu standart ders kitaplarının hiçbirinde konuya dair bir bilgi bulamadı.

 

Bu fenomen onu adeta büyülemişti ve bir araştırma dizini keşfetmeden önce kendi deyişiyle “çok beklemek zorunda kalmadı”. 1968 yılında John, Kraniyal Akademide düzenlenen ve Dr.Magoun tarafından verilen bir kursa gitti. Orada, dural zar bağlantısı üzerinden kafatası kemiklerinin ve sakrumun “devinim”ini hissetmeyi öğrendi. Bunun, ilk olarak ameliyat sırasında cerrah için omuriliği kıpırdatmadan tutmaya çalışırken karşılaşmış olduğu hareket olduğu anlamıştı. Kraniyal Akademide almış olduğu bu kurs, hayatının gidişatını tamamen değiştirdi. O zaman, Sutherland’in öğrencisi olan Anne Wales ve Harold Magoun ile irtibatı vardı. John, başta bu ikisi olmak üzere; tüm öğrencilerden elle muayene becerisini hassas olarak kullanmayı ve ellerinin ona söylediklerine güvenmeyi öğrendi.

John, 1975 – 1983 yılları arasında,  Michigan Eyalet Üniversitesi  (MSU) Osteopatik Tedavi Fakültesinde bir araştırma görevlisi olarak çalışıyordu. Bir osteopati doktoru olmanın yanında, aynı zamanda biyomekanik profesör unvanını da taşıyordu. MSU tarafından “kafatası kemiklerinin yetişkinlerde harekete neden olup olamayacağının ispatlanması” konusunda bir ekip çalışması yönetmesi istendi. Tıp çevrelerinde halen, kafatası kemik hareketlerine ilişkin karşıt bir tutum vardı.

 

Araştırma ekibi, Anatomistler, Fizyolojistler, Biyofizikçiler ve Biyomühendislerden oluşmaktaydı. Çalışmadan elde edilen sonuç, Sutherland’in kendi üzerinde deney yaparken ve klinik uygulamaları sırasında keşfetmiş olduğu bulguları tasdik eder nitelikteydi: kafatası kemikleri, bunlara bağlı zarlar, omurilik etrafını saran zarlar, sakrum ile birlikte beyin-omurilik sıvısı (BOS), KranyoSakral sistem olarak bilinen ve vücudun hareketini tetikleyen sistemi oluşturmaktaydı.

 

Sistemdeki sıkışıklıklar düzeltilerek, beyine ve omuriliğe ilişkin anlaşılamayan birçok vaka başarıyla tedavi edilebilirdi. Bu, KranioSakral sistemin olası mekanizmasını açıklayan bir modeli resmi olarak ortaya koyan ilk ekipti. Bu sistem, BOS üretimini ve dolaşımını yönlendiren yarı kapalı basınçlı statik bir hidrolik sistemdi.

 

John, hem Michigan Eyalet Üniversitesi’nde, hem de özel muayenehanesinde çalışırken; sağlık sorunlarının çözülmesi ve giderilmesi için KranyoSakral sistemin nasıl kullanılabileceğine dair yeni yöntemler geliştirmeye devam etti. Genelde kuantum fiziğini çağrıştıran şekilde, yumuşak doku odaklı, sıvı odaklı, zar odaklı, hücre odaklı ve enerji odaklı teknikler kullandı.

Otistik spektrum bozukluğu (OSB) teşhisi konulan çocuklarla yaptığı çalışma, en önemli araştırma projelerinden biridir. Bu çalışmaları sırasında otizmli çocukların kafatası zarlarının, istisnasız bir şekilde, otizmi olmayanlarınkine kıyasla daha sıkı olduğunu bulmuştur. Zarları rahatlatarak hasta grubunun tipik kendi kendine zarar veren davranışlarında değişikliğe sebep olacak ve duygusal tepkilerini iyileştirecek teknikler geliştirdi. Çalışması, tekniklerin faydalı olduğunu ve hasta gurubunda görülen kafa vurma, başparmak emme, ayakucunda yürüme ve kendi kendini yaralama gibi daha şiddetli davranışların azaldığını veya tamamen yok olduğunu gösterdi.

Upledger, çocuklarında daha ağır seviyede OSB görülen ailelerinin çocuklarına günlük bazda ve çocuklarına iyi bir şey yapmanın güvenini hissederek tedavi uygulayabilmelerini sağlamak arzusundaydı. Bakıcılara dural zarlardaki gerilimin boşalmasına yardımcı olacak basit ama güçlü tekniklerin öğretildiği bir programa öncülük etti. Bu şekilde, KranyoSakral Terapiyi buldu ve terapiyi uygulamak isteyen açık kalpli ve iyi niyetli insanların kullanımına sundu.

Bu sayede, çocuklarına yardım etmek isteyen ebeveynlere yönelik “10 adım protokolü” eğitim programı ortaya çıktı ve tıbbi meslek grubundan olmayan katılımcılar için de program hazırlanmasının önü açıldı.  Upledger, bu tekniklerin değerini anladıkça, tıbbi eğitim almamış kişiler için hazırlanan eğitimi, diğer iyileştirme yöntemlerinde destek terapi olacak şekilde, genişletti. 

Upledger ayrıca, duygusal sorunların vücuttaki yumuşak dokularda ‘depolanabileceğinin’  veya kaydedilebileceğinin, dolayısıyla; fiziksel rahatsızlıklara ve semptomlara neden olabileceğinin farkına varmaya başlamıştı. Ona göre; bu tip depolanmış negatif veya yıkıcı duygular, fiziksel, fizyolojik veya herhangi bir şekilde yaşanan duygusal travmadan dolayı ortaya çıkabiliyordu. Upledger, iyileşmenin önünde duran bu ketleri konumlandırmak ve açmak için bir sistem geliştirdi. Bu sistemi de; Bedensel-Duygusal Serbestleşme (Somato Emotional Release) olarak adlandırdı.

Michigan Eyalet Üniversite’sinde kadrolu profesör olarak çalışan Upledger, özellikle tıbbi eğitime sahip olmayan sağlık çalışanlarına, önceden sadece osteopatlara verilmekte olan eğitimden ayırmak için ismini kendi koyduğu “KranioSakral Terapi” eğitimi vermek amacıyla; kendi eğitim vakfı olan Upledger Enstitüsü’nü kurmak için üniversitedeki işinden ayrıldı. Tekniklerinde esas, Hipokrat’ın yeminindeki ilk kural olan “önce zarar verme” ilkesiydi.

 

KranyoSakral Terapiyi, hakkında oldukça kapsamlı yazılar yazıp ders vererek, halkın geneline yaymayı başardı. Karmaşık konuları basit anlaşılır hale getirmek konusunda yetenekliydi.

Bugüne kadar, dünya çapında 100.000den fazla kişi Upledger Enstitüsünde eğitim almıştır.

Gelecek

Upledger tarafından kullanılmaya başlandığından beri, KranyoSakral Terapi (KST) terimi son yirmi-otuz yıl içinde, aynı ortak mirası paylaşan ama çalışmanın klinik uygulamaları konusunda farklılık gösteren, belli sayıda birbirinden bağımsız stile ayrışmıştır. Şimdilerde KST, insan ırkının sağlığını koruma açısından ne denli etkin bir araç olduğunu göstermiş ve gerçek anlamda yeni sağlık teknolojisi olma yolunda ilerlemeye başlamıştır.

Artık, KST felsefesi ile ilgili birçok farklı yaklaşım bulunmaktadır: Upledger KST, Franklyn Sills Biyodinamik KST, bunun geliştirilmiş hali olan Proses KST, Hugh Milne’nin Öngörüsel KranioSakral çalışması ve daha birçoğu konuyla ilgili felsefe ekolü geliştirmiş ve kitaplar yayınlamıştır. Bir yaklaşımını diğeriyle karşılaştıran, öğreti spektrumu çapında sentez talep eden birçok birbirinden bağımsız okul bulunmaktadır. Ancak, hepsi aslında temelde ortak bir yaklaşımı esas almaktadır: hastanın vücudunun dinlenmesi ve kökten değişimi tetiklemek için ustaca tekniklerin uygulanması.

KranyoSakral Terapi, vücudun kendi kendini iyileştirme özelliklerinin geliştirilmesi bağlamında oldukça önemli bir eşikte– kelimenin tam anlamıyla emekleme evresinde- durmaktadır. Birçok okul da KST nin mevcut gelişim safhasını farklı yaklaşımlarla yansıtmaktadır. Benzer bir şekilde, kranial osteopati de insan vücuduna ilişkin safi mekanik yaklaşımdan uzaklaşmış ve KST kavramına kendi bakış açısını katmıştır. Bu alanda, tekniklerini Sutherland’in son dönem çalışmasını yansıtacak şekilde uyarlayan ve daha yumuşak bir KranyoSakral terapötik yaklaşıma dönüştüren birçok modern düşünür bulunmaktadır. Aşağıdaki liste Still ile Sutherland’in çalışmalarından doğmuş olan katkıları yansıtmaktadır.
İnanıyoruz ki; zaman gelecek ve halkın geneli son teknoloji  - bir çift hassas el- ile tedavi olmanın yollarını arayacak.

bu metin İrlanda KranyoSakral Terapi derneğinin iacst.ae web sitesinden, izinle tercüme edilip kullanılmıştır.

bottom of page